Hepimizin geçmişinde bir an vardır? Daha duyarlı olduğumuz geri dönülmez şekilde bir toplumsal düşünceyi olumladığımız. Deniz Gezmiş’in parkalı ve hüzünlü fotoğrafı, mahalledeki Salih Ağabey ya da en yakın arkadaşımızdan alınmış bir George Politzer kitabı; her şeyin başlangıcı böyle bir an olabilir…
Devrimden Sonra filmi de yukarıda bahsettiğimiz o anlar için anlatılmış. Sinema etkili bir araç. Alternatifi sadece “yolsuzlukla mücadele” ve “işsizliğin bir nebze olsa azalması” olarak gören genç bir kesim için, bu filmle devrim fikri realize ediliyor, yaşadıkları ülke içinde sosyalizmin somutlaşması sağlanıyor. Özellikle yaygın internet kullanımı eminim ki ilerleyen süreçte “Devrimden Sonra” filminin bu kısa anlatılarını daha geniş bir kitlenin izlemesini sağlayacak. Mesela bu iş güç yarışma sınav falan ortamında bir sürü okuma yapıp sağlanabilecek derin felsefe; birden hastanenin önünden geçerken, bir köyde mola vermişken ya da fatura sırasında beklerken, ev sahibi kapınızı güm güm çalarken anlaşılabilir…
Filmin tabi ki sinematografik olarak kısa anlatılar içermesi ve propagandist yapısı (ben bundan rahatsız değilim) küçük bütçesi ve etkili esprisiyle birlikte düşünüldüğünde önemsizleşiyor. Hem bir fikrin yerleşmesi hem de gerçekleşebileceğinin görülmesi açısından, genç kitlelerin apolitizasyonu karşısında mantıklı bir eksen gibi duruyor.
Doğu Bloğu ülkeleri ve Sovyetler üzerinden çok anti-propaganda yapıldı. Kuzey ülkesi olmasının dezavantajıdır bilinmez ama herkesin kafasında soğuk duvarlar, birbirine benzeyen evler, monoton hayatlar gibi belirmiştir Sovyetler; Tek tipleşmenin, monotonlaşmanın, otoritenin ülkesi olarak kazınmıştır zihinlere. Bu büyük, soğuk ve gri ülkede, bir dönem herkes “burjuva” olmakla itham edilmiş, paranoya halinde bürokratik bir determinizm hüküm sürmüştür. Algılanan budur, ya da buna benzer bir şeydir. Geniş kitlelerde bugünün güncel siyaseti polemik üzerinden yürürken kitleler de siyaseti bu zemin dışında, kafasını kaldırıp geleceğe, geçmişin daha derin tahliline kafa yoramaz zaten.
Bu yüzden “Devrimden Sonra”nın arka fonunda çizilen toplum öyle korkunç değil ve kent de dünyanın birden grileştiği alan değil. Taksiler hala çalışır ve hala tam olarak ortaklaştırılmamış topraklarda köylüler vardır. Herkesin katılımını bekleyen, haklarını bilmesini öne alan, hastasının ayrıcalığı olan bir toplum olarak sosyalizmin sürekli yenilenebileceği ve halkın insiyatifi ve sahiplenmesinin önemi söylenmekte. Yani filmde her şey aslında devrimden sonra başlıyor. O yüzden bugünün doğrudan apolitik polemiği içinde, sosyalizm doğrudan ve hayal edilebilir bir alternatif bir gerçektir “devrimden sonra”ya göre…
Ayrıca filmde birbirinden tanındık simaların her hangi bir para almadan oynamaları ve işlere yüreklerini koymaları koskoca bir endüstri karşısında, onun fiyatladığı her şey karşısında kolektivizmi yüceltiyor gözlerimizde. Ve bizim “SinemaKavram” olarak da güvenimizi sağlamlaştırıyor bana göre. Çünkü böyle bir kolektivizm üzerinden giden ve endüstrinin yıkıcı parçalayıcı piyasa mantığına karşı durmaya çalışıyoruz biz de…
Şimdi filmdeki sinematografik eksikliklere değinelim de nazar değmesin;
Birincisi şu; yukarıda bahsedilen soğuk ve tek tip bürokratik doğu bloğu ve Sovyetlerinin filmdeki tek esintisi asker üniformaları, botlar, kızıl bereler ile dolaşan iç güvenlik elemanları. Bu büyük bir kitlenin geçmişte sosyalizmle özdeşleştirdikleri “tektipleşme” “ajanlaşma” kavramının kafalarda çağrıştırabileceği olumsuz im. Halk onları gülmeye zorluyor şimdilik, iyi siviller kitap getiriyor masaya ve hatta bir katilin kendilerine psikolojik şiddet uygulamasına izin veriyorlar. Ama yine de filmde kullanılan bu üniforma, ihbar, burjuvalıkla suçlanma korkusunu, parti diktatoryasını filan çağrıştırabilir… Bir diğer eleştirim de kısa anlatıların sıralaması ve kurgu ile ilgili. Giriş çok sıkıcı ve didaktik, ayrıca ikinci karı koca mutfakta konuşurken (burada replikleri toplumun kafasındaki düşünme biçimini anlatması bakımından çok başarılı) artık toplumda fatura olmadığı, artık kira olmayacağı, kitle ulaşım araçlarının serbest kullanımı zaten verilmişken, daha sonra yaşlı teyze/fatura meselesi biraz kopuk kalıyor ve hikayesinin etkisini kaybediyor. Bu iki hikaye yer değiştirilse ya da daha önceki bölümden fatura meselesi çıkartılıp sadece kira kalsa daha iyi olurdu diye düşünmeden edemedim.
Sonuç olarak, rantçılar, faşistler, ağalar, Nato/Amerika, kültürlerin kardeşliği sorunsalları minimal hikayelerde iyi konu edilmiş. Hatta ben de filmin içine girdim ve az daha sinema salonunda bir katartik “solduyu” içinde fabrika işçileri ile alkış tutacak, komutanın rahat hazır olunda toparlanacaktım…
M. Derya Feza
Yorum bırakın