Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Temmuz 2011

Vitrin (2010)


Yönetmen: Ulaş Temur
Senaryo: Ulaş Temur
Oyuncular: Füsun Akay, Deniz Demir, Nesimi Kaygusuz, Karden Çelik, Çağıl Tamgüler, Ayşe Durak, Burcu Akpınarcı
Yardımcı Yönetmen: Kutay Yeşilöz
Görüntü Yönetmeni: Hamit Annak
Sanat Yönetmeni: Şebnem Cirit
Kurgu Sorumlusu: Burak Kum
Kurgu: Kutay Yeşilöz
Yönetmen Asistanı: Fulya Öshan
Kamera: Özcan Onur Şanda
Işık: Fırat Yeğen
Cast Direktörü: Nesimi Kaygusuz, Harun Güzeloğlu
Set Fotoğrafçısı: Erkan İşler
Teşekkürler: Mehmet Akay, Zeynep Üstünipek, Nursel Durmuşlu, Annem Kayseri Mantıcısı, Inn Cafe Bar, Malltepe Park AVM

Read Full Post »

Saygıdeğer Elif Hanım,
Dün gece biraz geç yattığımdan, bu gün öğlene kadar uyudum. Gazete almaya üşendim için gündemi internetten takip etmeye karar verdim. Birkaç “klasik” gündem başlığı okuduktan sonra hakkınızda yapılmış haberi gördüm. Aslına bakarsanız Elif Hanım, sizinle ilgili bir haberin bu denli dikkatimi çekmesine şaşırıyorum şu anda. Ancak haberin başlığı dikkat kesilmeyecek gibi değildi; “Elif Şafak’ın ‘İskender’i çıkmadan 165 bin sattı.”
Söyleyin Elif Hanım, siz olsanız okumaz mısınız? Okursunuz tabi ki. Bir röportajınızda evliliğinizle ilgili bir habere sinirlendiğinizi uzun uzun anlatıp, sonuç olarak da efsanevi, kitleleri peşinizden sürükleyecek şu cümleyi sarf etmediniz mi?

“Bunlarla uğraşacağıma oturup kitap okurum.” (daha…)

Read Full Post »

Öyle tecrübeler, öyle karşılaşmalar çıkıyor ki insanın karşısına, o güne kadar kafanda çizdiğin resmin üzerine küçük yeğenin su dökmüş gibi hissediyorsun ve ertesi gün öğretmenin bu bahaneye inanmıyor!

İnsan sarrafı olmak gibi bir derdim yok, hiçbir zaman da olmadı. Ama yine de insan, yeni tanıştığı birine, hatta bırakın tanışmayı, otobüste karşısında oturan birine bile baktığında, bilinçli olmasa bile kafasında o insanın bir robot resmini çiziyor, akla gelebilecek tüm eylem ve duyguları listeleyip, o insanın yapıp/yapamayacağı eylemleri ve sahip olup/sahip olamayacağı duyguları eşleştiriyor. Kabul ediyorum, abartıldığı müddetçe elimizde ön yargıdan başka bir şeyin kalmamasına sebep olacak hastalıklı bir davranış bu.

Yani demek istediğim şu… Örneğin sigara içmek eylemi… Maçta yanımda oturan amcanın sigara içip içmeme olasılığını daha ilk görüşte kafada cevaplıyorum. Çizginin bir ucunda yüzde yüz sigara içme durumu, diğer ucunda da yüzde yüz içmeme durumu. En uç noktalar olmasa bile, örneğin sigara içme ihtimaline daha yakın bir yere konumlandırıyorsun kafada. Elbette bu tartımların hepsi bilinçli şekilde yapılmıyor. Dahil olunan çevrenin gerektirdiği bazı değerlendirmeler ağır basıyor ve önceliği o konulara veriyoruz. “Bu teyze bence Kuğulu’da inecek gibi görünüyor. O inince ben otururum!” gibi… Ya da “Bence bu hoca sınavda zor soru sormayacak birine benziyor!” gibi…

O konuda tecrüben ne kadar azsa, ki kişisel deneyime de gerek yok o eylemleri gerçekleştiren bir arkadaş da yeterli, o iki marjinal ucun arası o kadar açık oluyor. Mesafe artıyor. O eylemi yapabilecek ve yapamayacak insanlar birbirinden o kadar farklılaşıyor. Ama ne zaman ki o duyguyu tadıyorsun, yaşıyorsun, eyleme geçiyorsun, ya da bunları yapan biriyle muhabbetin ilerliyor, işte o zaman o iki uç birbirine yaklaşıveriyor.  Aniden!

Aniden yaklaşıyor iki uç birbirine, çünkü görüyorsun ki senin o iki marjinal uç diye nitelediğin iki nokta arasındaki ayrım, sadece anlık sevinçlere, anlık öfkelere, anlık kederlere bağlı! A noktasından B noktasına kağnı hızıyla gidileceğini düşünürken, bir yaşanmışlık, bir anlatış, bir damla göz yaşı sana A noktasından B noktasına ışık hızıyla da gidilebileceğini gösteriyor. Anlık tepkilerin yol açtığı/sağladığı ömürlük götürüler/getiriler!

Ve sen otobüste, yine aniden, cinayet suçuyla ceza alan insanların da masum olabileceği ve otobüste arkanda oturan adamın da katil olabileceği ihtimalleriyle Havacılık Müzesi’nin yanından şehre doğru yol alıyorsun.

(resmi olarak 67, ama aslında 70 küsür yaşında olan o güzel amcaya)

13 Temmuz 2011

Erdem Ceydilek

Read Full Post »

Geçenlerde sanal alemde tıklanma rekoru kıran ve herkesin “ay çok şeker”, “yerim ben seni” filan gibi yorumlar yaptığı bir video izledim ve dehşete kapıldım. Videoda küçük bir kız çocuğu bilgisayarda “Süper Mario” oyununu oynuyor ve “can”ı gittikçe de haykırarak ağlıyordu. Bilinçli annesi de bunu cep telefonuyla çekip internette yaymıştı! Çocuk “anne hiç canım kalmadı” derken anne gülüyordu! Çok önceleri kendini pokemon zanneden bir çocuk kendini balkondan atıp ölmüştü; Onun annesi de çok ağlamıştır herhalde…

Psikoterapide uzandığınız koltukta terapist çocukluğunuza inmek için sorular sorar. Çocukluk, hayat felsefesinin, dünya görüşünün oluşmasında, insanın zihinsel gelişiminin tamamlanmasında en önemli evredir çünkü. Çocuğun toplumsallaşmasının en büyük aracı da oyundur. Oyun dediğimiz şey gerçekle aramızdaki ilk köprü değil midir? Bu bilgisayar oyunları, bu televizyonlar, yani bu simulakr dünya gerçekle bağlarımızı kopardı, bize sanal bir gerçeklik sundu, şiddet de plastikleşti. Baudrillard, Körfez Savaşı’nın bir “kopya savaş” olduğunu, gerçekte bir savaş yaşanmadığını, Vietnam içinse yine televizyona alınmış bir savaş olduğunu söyler. “Yani düşmanın fiziksel bombardımanı ve dünyanın geri kalanının elektronik bombardımanı”… Savaş kopya olunca, oyunlar gerçekle savaşa mı döndü acaba? (daha…)

Read Full Post »

Eşik (2010)


Yönetmen: Kutay Yeşilöz
Senaryo: Xaqani Hass
Oyuncular: Barış Küçük, Özlem Işıklı
Görüntü Yönetmeni: Özcan Onur Şanda
Yönetmen Yardımcısı: Ulaş Temur
Kurgu
: Özcan Onur Şanda
Set Asistanı: Eren Yıldırım
Teşekkürler: Zerrin Yeşilöz, Cavide Olgaç, Abdullah Baş, Yücel Ünlü, İtfaiye Meydanı Esnafı

Read Full Post »

Older Posts »