Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Posts Tagged ‘derya feza’

ulaş temur sinema (1)

Akşam olmuştur, usta gider, dükkan camında fiyakalı ledlerden rengarenk bir gökyüzü yaratılmıştır.  İç ışıkları kapatır elektrikçi çırağı. Teybin “play” tuşuna basar, “Müslüm Gürses” bir şeyler söylemektedir. Ne söylediğini bilemeyiz, o onların arasındadır. İkinci kattaki bir daireye bakar sürekli çırak. Tül perde arada kıpırdar, bazı gölgeler belirir, biri saçlarını toplar, gayet ev halidir, ancak çırak bambaşka bir haldedir… Dokunma duyusu biraz içerlere kaymıştır. Perdeden her gölge belirişte, her ses, her tıkırdayış dokunur oraya, ya da deler… Çok arabesk sandığınız şeyler o dünyadan tanımlanamasa da tarifi ileri derecede imgesel bir şeydir.

(daha…)

Read Full Post »

devekusu-kabare

Biz yek tasarım limonata rezervuarlarını belediyenin dağıttığını sanırken, bir dondurma makinesi markası sanki kamu üretimi gibi yayılmış, reklamdan çıkıp, otomatik algıya dönüşmüştü. Böyle bir dönemde, reklam diye televizyonda komik tanıtımlar izliyorduk ve bankerler de yeni gelişen para piyasalarının güvenilir ajanlarıydı. Televizyon yayını siyah beyaz iken, büyük şehirlerde binaların üstlerine büyük renkli resimler vardı; “Bira reklamları”. O da zaten meyhaneye gidecek adamın hiç bakmadığı ve baksa da etkilenmediği bir şeydi, hedef kitle değildi ki, adam zaten güzel içiyordu!

(daha…)

Read Full Post »

-sesime-gel-filmi-destek-bekliyor-3313291

“Hüseyin Karabey” için sistem tıkır tıkır çalışıyordu aslında, ilk filmi Kültür Bakanlığından güzel bir destek aldı (başka fonlar da vardır ama araştırmadım). Film bütün dünyayı dolaştı. Yani işler yolunda görünüyordu. Ancak birden ne olduysa, kendi tabiri ile “politik” nedenlerden dolayı destek bulamadığını söyledi. Meğer 3 kez sistemden talep edilen yardım kendisine bir türlü akamamış, sorun buymuş. Hüseyin Karabey’de alarmlar çalmış, ancak sistem yönetmenin şahsında bir kriz olduğunu düşünmemiş. Belki de bu film gereğinden fazla uzadığından, zamanın ruhunun gerisinde kalmıştır!

(daha…)

Read Full Post »

İlkokulda bir müsamerede ezbere ve heyecanla söylediğim tekerlemenin bir kısmıdır şu:

Anavatan var, babavatan yok / Anayasa var, babayasa yok /Anaç var, babaç yok / Anahtar var, babahtar yok / Anaokul var, babaokul yok

Yok hakikaten, ancak yine de ‘babalık’ durumlardan bahsedeceğim ben!

Taşramız küçüktü o zamanlar ve herkesin herkesi tanıma ihtimali vardı. Bütün yetişkinler, bütün öğretmenler babamızın ismini sorardı, bizi daha iyi tanımak için. Sokak arasından geçen bir amca yüzünüze bakıp babanızın ismini çıkarmaya bile çalışabilirdi. Buyurun “babavatan”

(daha…)

Read Full Post »

İnsan işgücünü satarak emeğine, emeğinin ürününe, onun vitrindeki çekiciliğine yabancılaştığı gibi hayatına ve eylemlerine de yabancılaşır. Sinemakavram’ın “Mavi Piyano” filminde de kadın, müzik aletleri satan bir dükkanda çalıştığı halde, oradaki müzik aletleriyle ilişkisi sadece bir gitarı kırması ve patronundan azar işiteceğine dair endişesidir. Kızına piyano almaya gelen başka bir üst sınıf kadını dinlerken de kızına bir gün piyano alabileceğine dair bir hayali ya da öyle bir planı yoktur. Kendi kızına aldığı melodikayı yine kendi mahallesinde bir dükkanda görür. Mavi melodikanın piyano benzerliğinden dolayı alınması ve kız çocuğu tarafından piyano şeklinde çalınması, yine kendi içinde bir gerçek değil, bir siyah kuyruklu piyanonun ve onu çaldıracak hocaların küçük bir simulakrıdır.

Filmde “Aslan oğluma bak, hemen de nasıl çözdü melodika çalmayı” diye düşünür baba. Kızını melodika çalarken görmesi de, ancak şaşkınlığıyla sonuçlanır. Kız çocuklarına yapılmayan değil ama geciken iltifat ilkesi gereği, an savuşturulur. Bundan sonraki hamlesi karısınadır: “sen kahvaltıyı hazırlamadın mı daha?”

(daha…)

Read Full Post »

Older Posts »