Akşam olmuştur, usta gider, dükkan camında fiyakalı ledlerden rengarenk bir gökyüzü yaratılmıştır. İç ışıkları kapatır elektrikçi çırağı. Teybin “play” tuşuna basar, “Müslüm Gürses” bir şeyler söylemektedir. Ne söylediğini bilemeyiz, o onların arasındadır. İkinci kattaki bir daireye bakar sürekli çırak. Tül perde arada kıpırdar, bazı gölgeler belirir, biri saçlarını toplar, gayet ev halidir, ancak çırak bambaşka bir haldedir… Dokunma duyusu biraz içerlere kaymıştır. Perdeden her gölge belirişte, her ses, her tıkırdayış dokunur oraya, ya da deler… Çok arabesk sandığınız şeyler o dünyadan tanımlanamasa da tarifi ileri derecede imgesel bir şeydir.
Posts Tagged ‘derya feza’
Sinema: Bir Öteki Perde, Bir Başka Pencere
Posted in Diğer Yazılar, tagged alper kocatepe, dans la maison, derya feza, evde, fronçois ozon, kieslowski, müslüm gürses, metin erksan, sevmek zamanı, sinemakavram, ulaş temur, İclal Karaduman Temur on 29 Ağustos 2013| Leave a Comment »
Babalar ve Oğullar
Posted in Diğer Yazılar, tagged alper kocatepe, Ayşe Şeyda Maraş, Babalar ve Oğullar, derya feza, fahrettin ünlü, m. derya feza, sinemakavram, ulaş temur on 08 Ekim 2012| Leave a Comment »
İlkokulda bir müsamerede ezbere ve heyecanla söylediğim tekerlemenin bir kısmıdır şu:
Anavatan var, babavatan yok / Anayasa var, babayasa yok /Anaç var, babaç yok / Anahtar var, babahtar yok / Anaokul var, babaokul yok
…
Yok hakikaten, ancak yine de ‘babalık’ durumlardan bahsedeceğim ben!
Taşramız küçüktü o zamanlar ve herkesin herkesi tanıma ihtimali vardı. Bütün yetişkinler, bütün öğretmenler babamızın ismini sorardı, bizi daha iyi tanımak için. Sokak arasından geçen bir amca yüzünüze bakıp babanızın ismini çıkarmaya bile çalışabilirdi. Buyurun “babavatan”…
Erkekler ağlamaz, kızlar gülmez!
Posted in Kısa Filmler Üzerine, tagged aliye karahan, alper kocatepe, can esendal, derya feza, fahrettin ünlü, ismet tamer, kısa film, m. derya feza, mavi piyano, sinemakavram, ulaş temur, şeyda maraş on 30 Eylül 2012| Leave a Comment »
İnsan işgücünü satarak emeğine, emeğinin ürününe, onun vitrindeki çekiciliğine yabancılaştığı gibi hayatına ve eylemlerine de yabancılaşır. Sinemakavram’ın “Mavi Piyano” filminde de kadın, müzik aletleri satan bir dükkanda çalıştığı halde, oradaki müzik aletleriyle ilişkisi sadece bir gitarı kırması ve patronundan azar işiteceğine dair endişesidir. Kızına piyano almaya gelen başka bir üst sınıf kadını dinlerken de kızına bir gün piyano alabileceğine dair bir hayali ya da öyle bir planı yoktur. Kendi kızına aldığı melodikayı yine kendi mahallesinde bir dükkanda görür. Mavi melodikanın piyano benzerliğinden dolayı alınması ve kız çocuğu tarafından piyano şeklinde çalınması, yine kendi içinde bir gerçek değil, bir siyah kuyruklu piyanonun ve onu çaldıracak hocaların küçük bir simulakrıdır.
Filmde “Aslan oğluma bak, hemen de nasıl çözdü melodika çalmayı” diye düşünür baba. Kızını melodika çalarken görmesi de, ancak şaşkınlığıyla sonuçlanır. Kız çocuklarına yapılmayan değil ama geciken iltifat ilkesi gereği, an savuşturulur. Bundan sonraki hamlesi karısınadır: “sen kahvaltıyı hazırlamadın mı daha?”