Konu yeni vizyona giren ‘Entelköy Efeköy’e Karşı’ filminin galasında yaşananlar olduğu için çıkan haberlerden özetleyelim hemen;
“Sarıkeçili Yörükleri Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran, Yönetmen Yüksel Aksu’nun özel davetiyle gündelik giysileriyle katıldığı Entelköy Efeköy’e karşı filminin galasında heybesinde getirdiği ve yeni doğuran devesinin yavrusu Muharrem’in ağzından yazılan mektubu okumak isteyince Aksu tarafından engellendiğini öne sürdü. Aksu’nun geçtiğimiz yıl çektiği ‘Sarıkeçililer’ belgeselinin danışmanlığını da yapan Savran şaşkın ve öfkeli: ‘bizi dolgu malzemesi olarak kullanmışlar!’ …Biz yaşam alanlarımızı savunmak için mücadele ederken, ‘çevreci’ diye bizleri yaftalayıp karikatürize ederek küçümsüyorlar”
Trabzon’un Çaykara İlçesi’ndeki Solaklı Vadisinde HES’lere karşı mücadele edenlerin başında gelen ve galaya katılan Murat Sarı da şöyle yorumlamış konuyu;
“O an Aksu’nun aklından ne geçtiyse, omzunda kültürünü taşıyan o onurlu anaya beklemesi için el işareti yaptı. O an delirdim. Nasıl olur da yüz yıllardır nesilden nesile aktardıkları kültürleri, siz sanatçı diye geçinen insanlara vererek tüm insanlığa iletmeniz için yardımcı olan bu anayı bekletirsiniz? …Belki senaristin yaşam alanları için verilen mücadeleden haberi yoktu. Olayları bu kadar basite indirgenmesi ve komiklik olsun diye, ‘eşekler gülsün’ diye işlenen küfürlü diyaloglar hem izleyici hem de vadisinde mücadele eden ve Anadolu kültürünü tutkuyla seven bizleri çok üzmüştür”
Yüksel AKSU ise filmi ile ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyor;
“… Entel dantel dediğimiz türk entenijansiyası iş yapabilir ama maalesef yapmıyor yıllardır. Moral gerekiyor sadece, inanç ve arzu gerekiyor… Köylüler çok yozlaştı Türkiye’de. daha doğrusu köylü kalmadı. sanayi ve modernitenin ardiyesi olarak çok amorf bir şekilde endüstri toplumunun periferisine eklemlendiler ve köylülükten çıktılar… Köylüleri aşağılamıyorum ben, bugünkü arabesk ve amorf arka bahçeyi eleştiriyorum.”
Filminin yaratıcı kaynağını ise şöyle belirtiyor AKSU:
“Gençlik yıllarımda Ege’de terk edilmiş evleri alıp restore etmeyi isterdik. Orada hem organik tarım yapalım hem kitap okuyalım derdik. Bu ‘doğaya dönüp kendimizi bulalım’ ütopyası son zamanlarda herkesin hayali olmaya başladı. Filmde de ekolojist enteller bir gün Efeköy’e yerleşiyor. Entellerin organik tarım fikriyle köylüler içten içe dalga geçiyor. O sırada bölgede termik santral kurma kararı çıkıyor. Köylüler işsizlikten bıktığı için bu karara seviniyor ama enteller doğa ve oksijen daha önemli diyerek direniyor.”
‘Yeşil sermaye’, ‘ekolojist sermaye’ gibi iyi huylu sermaye de olurmuş gibi, ‘ekolojist entellik’ tanımlamasının da muhalefeti ve alternatifi parçalayan bir söylem olduğunu, bakış sorunu yarattığını açmamıza gerek yoktur herhalde. Filmin merkez olayında iş-güç ile ekolojist entellerin romantik davası arasındaki çatışmadan bahsediliyor. Ya da en azından bu indirgeme, bilinçaltından böyle bir ön kabule zorluyor gibi bizleri. ‘Doğa ve oksijen isteği’ ile ‘köylülerin iş isteği’ arasında bugünü yansıtan bir çatışma yok, asıl çatışma, savunmasız doğa ve onun gerçek sahipleri ile küresel sermaye arasında, çatışmayı yatıştıran devlet ise ortada hiç yok…
Pervin Ana’yı tanımayanlar için, sadece galalarda boy gösterme fırsatı bulan yöresel kıyafetten oluşan bir süs olmadığını anlatalım biraz… Pervin Ana bu sıralar uluslararası yaşam için mücadele eden kadınların bir araya geldiği bir toplantıya katılıyor. Dünyada 20 kadından biri olarak seçilmiş. Bir çok yerde gidip sözünü söylüyor, çekinmeden, bıkmadan usanmadan. Pervin Ana, ‘Anadolu Yürüyüşü’nün ve Ankara Gölbaşı direnişinin öncülerinden… Avrupa’da katıldığı bir toplantıya ilişkin şöyle demişti daha önce;
“Brüksel’de çok derin şeyler anlattık. Anadolu’da alev alev bir yangının olduğunu anlattık. Ama ülkemizin coğrafyası gibi insanlarının da çok farklı olduğunu söyledim. Ülkemin insanları da dağları, dereleri, engebeleri gibidir dedim. Bunlar benim ülkemdeki gerçekler, belki siz çözüm olmayacaksınız ama bunları bilin dedim. Yani ben Avrupa’dan bir çözüm geleceğine de pek inanmıyorum dedim ama davulun sesi uzaktan uzağa hoş gelirmiş bunun için bir kez de burada konuşma gereği duydum dedim.”
Filmde olduğu gibi termik santraller, HES’ler kadar bugünlerde yine gündemde. Adana, Yumurtalık, Sinop, Gerze ve İğneada’da benzer projeler gündemde. Gerze’de Anadolu Grubu, yani Coca-Cola, Özilhan yatırımcı. Yaşam alanlarını tahrip eden yatırımların başında bugün HES’ler geliyor. Hadi bırakalım bunları ve sadece ABD’nin bile doğaya verdiği tahribat ile elde ettiği enerji kazanımı arasında basit bir alternatif maliyet hesabıyla bile bugün yüzlerce HES’i yıktığını birilerinin anlatması lazım. En azından bunun için aydınlara çok ihtiyaç var. Oralara giden aydınların meseleleri nasıl anlattıklarına, engellemelere rağmen ve devletin öyle hakemliği olmaksızın bilinci dönüştürmeye uğraştıklarına ve sonuç aldıklarına şahitliğimiz vardır, bir şey yapmıyorlar iddiasına karşı…
Muhalifler ve doğal yaşamı korumak için mücadele eden enteller, fantastik gelecek üreten, ağzı iş yapan kendi iş yapmayan takımı olarak, sermayenin ve köylünün karşısına konuveriyor. Gerçek olan iştir, yatırımdır, enerji ihtiyacıdır, ülkenin kalkınmasıdır, gerisi safsatadır şiarının herkesin beynine dayandığı bir dönemdeyiz. Kalkınmayı işe indirgeyen, ekonomik kategori olarak veri alan bir şey beliriyor algılarımızda. Mesela petrol şeyhlerinin yönettiği ülkelerde kişi başına gelir onlarca bin doları bulabiliyor. Bu kişi başına gelir gerçekten halkın geliri mi? Yoksullaştırmayan, çevreyi yok etmeyen bir kalkınma var mı acaba? Bir çok yerde gördük ve duyduk, santrallerde çalışanlar sadece bekçi olarak alınıyor işe, o da olursa… Aslında ironik olan; çevresini, doğasını, yaşam koşullarını yok etmek için köylünün bekçi yapılmasıdır, yıkım şantiyesini beklesin diye oraya konmasıdır. Oysa Pervin Ana yine yaptığı bir söyleşide; ‘biz o kara çadırların bekçisiyiz’ diyor.
Dünya’da topraksız köylüler hareketinin de önemli ismi, Türkiye Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (Çiftçi-Sen) Genel Başkanı, aktivist Abdullah AYSU; uluslararası sermaye odaklarının, şirketlerin bölgemizdeki etkilerine dikkat çekiyor. Yıllardır sistematik bir biçimde, fiili-yasal uygulamalar ile tarımın ve hayvancılığın nasıl yok edildiğini, çiftçilerin köylülerin nasıl çaresiz bırakıldığını, doğanın nasıl tahrip edildiğini, küresel tekellerin gübrelemeden ilaçlamaya, enerjiden pazarlamaya kadar bir çok alana nasıl el attığını, kendi karları için bırakın doğayı kişilerin yaşam alanlarına bile el koymaktan nasıl çekinmediklerini anlatıyor usanmaksızın…
Ve yine yıllardır aktivist bir gazeteci Yusuf YAVUZ ise HES’lere karşı Türkiye’nin bir çok yöresinde mücadele veriyor. Çığlıkara (taş ocakları), Patara (özel çevre koruma bölgesi), Fakdere ve Kalamar (kıyı yağmaları), Alakır (HES- dava sürüyor, alanın bir kısmı sit ilan edildi), Tekke Köyü (taş ocağı- yürütmeyi durdurma), Çukurbağ Yarımadası (kıyı-yapılaşma), Avlan Gölü (gölün bir kısmı üzerinde fabrika kurmak amacıyla satılıyordu, verilen mücadele sonucu geri adım atıldı), Dalaman TİGEM’in arazileri (Dalaman TİGEM’in verimli arazileri ‘Turizm Gelişim Bölgesi’ ilan edilerek, yapılaşmaya açılmak isteniyor) Karadeniz geneli (bölgede onlarca HES davası yürütmeyi durdurma kararıyla sonuçlandı)… Finike’de, Kumluca’da, Kaş’ta; Gömbe, Kemer Köyü, Saklıkent gibi bölgelerdeki, yağma ve HES’ler için dolaşıyor da dolaşıyor Yusuf YAVUZ… Eylemler, kamuoyuna duyurma ve bilgilendirme toplantıları organize ediyor… O ve diğer enteller STK’lar ve meslek odalarıyla çok sayıda sonuç alıyorlar. Kazanılan davalar, yürütmeyi durdurmalar, sit alanı kararları, yıkım kararları, iptaller vs…
Evet, bugün enteller, aktivistler, aydınlar karikatürize edilmeye, indirgenmeye, ütopik bulunmaya, romantize edilmeye karşı duracaklar, oralara gidecekler. Hele hele bu dönemde, elbette ki şirketlerin ve küresel sermayenin eline bırakılamayacak kadar ciddi konuları köylülerle birlikte kendi gerçek gündemleri yapacaklar ve galalarda bu gerçek gündemi, gerçek çatışmaları konuşacaklar…
M. Derya FEZA
mderyafeza@hotmail.com
Yorum bırakın